İlk önce sizlere mazoşist ne demektir açıklayayım. Mazoşist kişilik sahibi insanlar kendilerine zarar veren ve bunu bilerek, mutlu olarak yapan insanlara denir.
Daha çok tedavi edilmesi gereken psikolojik bir rahatsızlık da diyebiliriz.
Peki bunun bizim eğitim sistemimiz ile ne ilgisi var?
Şöyle açıklayayım bizim eğitim sistemimizin bize zarar verdiğini görmemize ve hatta bunu biliyor olmamıza rağmen hala bu konuda ısrar edip, üç maymuna oynamaktayız. Bu yüzden giderek eğitim sistemimiz çözülemez bir düğüm haline gelmeye başlıyor ve arkadan gelen nesillerimize de son derece bozuk ve karmaşık bir yapı bırakıyoruz.
Bunun farkında olmayan gençlerimizin önüne gerçekleri, tarihi ve bilimi koyarak onları bu alanlarda gelişmeye yönlendirmemiz gerekiyor olmasına rağmen, onların gözüne batının yaşam tarzını, kültürünü, sanatını, edebiyatını koyuyoruz. Bunun sonucunda kültürel bir yok oluşa doğru emin adımlar ile yürüyoruz.
İslami yönümüz zayıflıyor, bizi yıllarca üstün ve güçlü tutmuş olan Türk Milli yapısını bozmaya devam ediyoruz.
En kötü tarafı ise bunun iyiye işaret olmadığını, bizlere zarar verdiğini görmemize rağmen hala ekranlarda, sokaklarda aklınıza gelebilecek her yerde onlara ya batının insanını örnek aldırıyor ya da Türkiye içerisinde "batının adamlığını" yapan kişilere onları özendiriyoruz.
Ölüyoruz bunun farkındayız ama hala yapılması gereken işlemleri yapmıyor, gençlerimize ve geleceğimize zararlı olduğunu bildiğimiz bu yaşam tarzını takdir ediyor ve hatta bu şekilde yaşamayan bir grup gelenekçi insanımızı da çağ dışı olmakla suçluyoruz, boşuna yaşadığını iddia ediyoruz.
İngilizce bilmeyeni yobaz, Ahmet Kaya dinlemeyeni Irkçı, Nazım Hikmet okumayanı cahil olmakla suçluyoruz.
Tarihi, başarılı insanlarla dolu olan kültürümüzü bırakıp elin gavurunu takdir ediyor, hayranlık besliyoruz.
Neymiş efendim sesi güzel, kalemi güçlü, kaşı-gözü güzel diyerek şımartarak baş tacı yapıyoruz.
Kübalı bir çocuğu, Romalı bir adamı, Rus bir devlet adamına lider kurtarıcı diye bakan zavallı insanlarımız var ama bu kişiler Fatih'i, Atatürk'ü, Metehan'ı, Kürşad'ı, Bilge Kağan'ı, Tomris Hatun'u bilmezler.
Nazım Hikmet'e, Karl Marx'a hayrandırlar ama Fuzuli'yi, Yunus Emre'yi, Ali Şir Nevai'yi, Hoca Ahmet Yesevi'yi, İsmail Gaspıralı'yı bilmezler.
Öyle İstiklal Marşımızı dahi bilmeyen şahsiyetsiz kişileri baş tacı yaparlar.
28 Haziran 2019 Cuma
27 Haziran 2019 Perşembe
Yapay Zeka Teknolojilerinin Geleceği
Hepimizin son dönemlerde adını birçok kez duymuş olduğu yapay zeka nedir? Yapay zeka teknolojilerini temel olarak iki alt başlıkta inceleyebiliriz. Bunlardan ilki sadece verilen görevleri yerine getiren kendisinde tanımlanan işlemleri aritmetiksel ve mantıksal algoritma dizileri sayesinde yapan teknolojik ürünlerdir.
Örnek verecek olursak bu tür yapay zekalara fabrikalarda kullanılan otomasyon aletlerinden tutun da ceplerimizde ki telefonlara kadar aklınıza gelebilecek binlerce araç gereç girmektedir.
Zaten bizleri endişelendiren kısım burası değildir. Çünkü; bir bulaşık makinesinden arkadaşımızı aramasını ya da İnternet'te araştırma yapmamıza imkan vermesini bekleyemeyiz, bunun nedeni o tür yapay zeka teknolojilerinin bir çalışma yapısı, işlemleri yapma sıralaması vardır ve bunun dışına çıkamaz.
Tehlikeli olan yapay zeka teknolojileri, ikinci alt başlık altında inceleyebileceğimiz; nöral ağlar ile oluşturulan sadece kendisine verilen görevleri yapmayan, bunun yanında yeni beceriler kazanan, bilgiler edinen ve daha sonra insan oğlunun varlığına zarar vereceğine düşündüğümüz yapay zeka teknolojileridir.
Belki kısa süre içinde kendini her alanda geliştirme yeteneğine sahip yapay zeka robotları etrafta dolaşmayacak olmasına rağmen kendi programlandığı alanda gelişme kaydedebilecek olan robotlara ve yapay zeka teknolojilerine hayatımıza gireceğinin kesin olduğunu Coca Cola ve Space X gibi şirketlerin yapay zeka teknolojisi ile yapmış olduğu robotlar ile çalışmaya başlamasıdır.
Yapılan araştırmalar sonucunda 2028 yılında dünya genelinde toplam 1.2 milyar insanın işinden kovulacağı varsayılmaktadır.
Daha tehlikeli olan ise "I Robot" filminde olduğu gibi bu bu tür yapay zeka teknolojilerinin var olan güç hiyerarşisinin en tepesine çıkarak insanoğlunun sonunu getirebilecek olması düşüncesidir.
Bu konuda birçok isim el ele verip yapay zeka teknolojilerini sonlandırmaya çalışmasına rağmen büyük devletler böyle bir teknolojinin kendilerine özellikle askeri alanda getireceği güç yüzünden gizli de olsa bu konuda çok yüksek bir gelişme göstermiş olmalarıdır.
Bir düşünsenize hiç atış kaçırmayan, hava şartlarından etkilenmeyen, yorulmayan, acımasız, hızlı, güçlü ve zeki bir robot ordun var senden daha iyi bir askeri güç olabilir mi?
İşte tam da bu yüzden yapay zeka araştırmaları olumsuz sonuçlar doğurabilecek olmasına rağmen devam etmektedir.
Karamsar olmak istemem ama öyle ya da böyle bu teknolojiler dünyamızda olacaklar, korkutucu olan bir insan ömrünün 80 yıl olduğu varsayılırsa 20 yaşında olan bir kişi ölene kadar sokaklar da bu tür robotları görecektir.
Belki de o yüzden yapılan uzay araştırmaları bizler için çok gerekli olabilecektir. Boynuz kulağı geçtiği zaman kaçacak bir gezegenimiz olsa çok iyi olacaktır.
Örnek verecek olursak bu tür yapay zekalara fabrikalarda kullanılan otomasyon aletlerinden tutun da ceplerimizde ki telefonlara kadar aklınıza gelebilecek binlerce araç gereç girmektedir.
Zaten bizleri endişelendiren kısım burası değildir. Çünkü; bir bulaşık makinesinden arkadaşımızı aramasını ya da İnternet'te araştırma yapmamıza imkan vermesini bekleyemeyiz, bunun nedeni o tür yapay zeka teknolojilerinin bir çalışma yapısı, işlemleri yapma sıralaması vardır ve bunun dışına çıkamaz.
Tehlikeli olan yapay zeka teknolojileri, ikinci alt başlık altında inceleyebileceğimiz; nöral ağlar ile oluşturulan sadece kendisine verilen görevleri yapmayan, bunun yanında yeni beceriler kazanan, bilgiler edinen ve daha sonra insan oğlunun varlığına zarar vereceğine düşündüğümüz yapay zeka teknolojileridir.
Son dönemde birçok şirket bu konuda çok yüksek miktarlarda yatırım yapmakta, ciddi ciddi çalışmakta ve başarı elde etmektedir. En bilindik robot ise Sophia adındaki yapar zeka teknolojisidir. Tabi artık Sophia yok çünkü insanların çok tehlikeli olduğu ölmesi gerektiği konusunda bir beyanat verince fişi çekildi.
Belki kısa süre içinde kendini her alanda geliştirme yeteneğine sahip yapay zeka robotları etrafta dolaşmayacak olmasına rağmen kendi programlandığı alanda gelişme kaydedebilecek olan robotlara ve yapay zeka teknolojilerine hayatımıza gireceğinin kesin olduğunu Coca Cola ve Space X gibi şirketlerin yapay zeka teknolojisi ile yapmış olduğu robotlar ile çalışmaya başlamasıdır.
Yapılan araştırmalar sonucunda 2028 yılında dünya genelinde toplam 1.2 milyar insanın işinden kovulacağı varsayılmaktadır.
Daha tehlikeli olan ise "I Robot" filminde olduğu gibi bu bu tür yapay zeka teknolojilerinin var olan güç hiyerarşisinin en tepesine çıkarak insanoğlunun sonunu getirebilecek olması düşüncesidir.
Bu konuda birçok isim el ele verip yapay zeka teknolojilerini sonlandırmaya çalışmasına rağmen büyük devletler böyle bir teknolojinin kendilerine özellikle askeri alanda getireceği güç yüzünden gizli de olsa bu konuda çok yüksek bir gelişme göstermiş olmalarıdır.
Bir düşünsenize hiç atış kaçırmayan, hava şartlarından etkilenmeyen, yorulmayan, acımasız, hızlı, güçlü ve zeki bir robot ordun var senden daha iyi bir askeri güç olabilir mi?
İşte tam da bu yüzden yapay zeka araştırmaları olumsuz sonuçlar doğurabilecek olmasına rağmen devam etmektedir.
Karamsar olmak istemem ama öyle ya da böyle bu teknolojiler dünyamızda olacaklar, korkutucu olan bir insan ömrünün 80 yıl olduğu varsayılırsa 20 yaşında olan bir kişi ölene kadar sokaklar da bu tür robotları görecektir.
Belki de o yüzden yapılan uzay araştırmaları bizler için çok gerekli olabilecektir. Boynuz kulağı geçtiği zaman kaçacak bir gezegenimiz olsa çok iyi olacaktır.
17 Haziran 2019 Pazartesi
Türk Eğitim Sistemini Nasıl Düzeltebiliriz?
Yapılması gereken ilk iş devletin felsefesini oluşturmak bunun için ise bir gaye belirlemektir. Biz hem Türk hem de Müslüman olan bir milletiz ve bundan da gurur duyarız. Bu yüzden bizlerin ülküsü Allah(c.c)'nin emir ve yasaklarına uygun bir toplumsal düzen inşa ederek Türkiye Cumhuriyeti Devleti adı ile bu sancağı tüm cihanda dikmek ve Türklüğün bayrağını gururla dalgalandırmaktır.
Her bireyin gayesi ise bu amaca ulaşabilmek için en doğrusu olduğunu düşündüğümüz "Allah rızasının kazanarak, Türklüğü yüceltmektir."her birimiz bunu düşünerek bu amaç için yaşamayı en içten, en masum, en samimi dilekler ile gururla ve şerefle taşıyarak başlamalıyız.
Bu ilk basamak olmazsa olmazımızdır. Çünkü; bu basamak halledilmez ise yine olduğumuz yerde sayarız. Tabi bu söylemim bir kesimin işine gelmeyeceği içine hoşuna da gitmeyecektir. Ancak her devlet gücü ne olursa olsun dünyayı tek başına yönetebilmek için çalışır iken biz neden istemeyelim.
Cümlenin içine Türk ismini katınca nedense herkes bir ağızdan "Faşist, Irkçı" diyerek haykırıyor. Bunlara şunu söylerim bakalım gidin ve Londra sokaklarında "Ben İngilizleri Sevmem" deyin size ne yaparlar görürsünüz, ya da Fransa sokaklarında Almanca, Türkçe konuşun yüzünüze nasıl bakarlar bir dikkat edin, Almanların nasıl bir ırkçı olduğunu burada açmıyorum bile çünkü bunun için başlı başına bir kitap yazmak zorunda kalırız.
Amerika yıllarca hayali olan tek millet, tek dil, tek dünya hayali ile girdiği her yerde adım attığı her noktada nasıl kan döküyor görmekteyiz.
İkinci olarak yapılması gereken iş ise bize özgü bir öğretim süreci inşa edebilmektir. Bunun için sadece eğitim alanındaki uzmanlar değil sosyologlar, antropologlar ve daha birçok farklı alanda ki uzman ile işbirliği yapması gerekmektedir.
Yapılması gereken bu ülkenin yapısına, insanın özellikleri iyi analiz edilmelidir. Biz sabretmeyi seven bir millet değiliz, kanımız deli akar bizim. Hiçbir güç çocuklarımızı günde 10 saat okul sıralarında tutamaz ya dersten kaçarız, ya arka sıralarda uyuruz ya da o dersi dinliyormuş gibi yaparız bu yüzden ders saatleri azaltılmalı aynı zamanda ders adetleri de azaltılmalıdır.
Bunun yanı sıra dersler hakkı verilerek doğru metodlar ile işlenmelidir.
Adam tarih dersi işliyor, şöyle olmuş böyle olmuş diyor, bunun kime ne faydası var soracaksın çocuklara neden, niçin, niye diyerek bu sayede tarihi ezberleyen değil tüm ayrıntıları ile bilen ve büyük bir zevk ile bu alanda çalışma yürütecek bireyler yetiştirebiliriz.
Bunları diğer derslere de aksetirmemiz gerekmektedir. Türkçe dersinde dilinin yapısı konuşturularak öğretilmelidir. Dilimiz şu aileden geliyor, yüklem şu şekilde bulunur diyerek öğrenciyi soğutursunuz.
Öğretmen fen bilgisi(kimya, fizik, biyoloji dahildir) dersi işliyor, anlatıyor da anlatıyor. Böyle olursa tabi uzaya çıkamaz, bir derde derman olamayız neden çünkü fen bilimleri bir devletin gelişmesi için gerekli eğitimlerdir.
Fizik ve Kimya dersinde laboratuvar'a hiç girmemiş gençler, biyoloji dersinde yok efendim sinir sistemi, boşaltım sistemi, kas ve iskelet sistemi vb. gereksiz bilgi yığınları altında ezen zavallı eğitimciler var iken olacağı bu zaten..
Çocuklara kitap okutmalıyız bizzat kitap okuma saatleri planlanmalı öyle bir saat falan değil günde 4-5 saat okutmalıyız çocuklarımıza, onlara kitabı, şiiri sevdirmeliyiz.
Her gün öğretmen kontrolünde bu çocuklar sanat etkinliklerine götürülmeli öyle masa başında 10 saat oturtularak olmaz. Bu çocuklar genç, dinamik, heyecanlı aktif olmalı, neşe dolu olmalı oradan oraya devamlı gitmeli derslerimiz bu şekilde olmalıdır.
Üçüncü olarak ise ölçme ve değerlendirme şeklimiz bütünüyle yanlış zaman kaybı, insan kaybıdır. Her dönem yapılan sınavların şekli ve sorular soruların biçimi bu şekilde olduğu müddetçe çocuk bilginin gücüne değil notun büyüklüğüne tapar. Daha sonra fazla not alacağım diyerek kopya çeker ahlaken bozulur, ezbere alışır.
Hayvandan bir farkı kalmaz geri de hiçbir şey bırakmadan toprak olup gider ama biz sınavlarda "Türkiye'nin başkenti neresidir?" diye sorup ezber yeteneğine not vereceğimize "Türkiye'nin başkenti neden Ankara'dır?" diye sorarak düşünmeye, öğrenmeye ve kendisini geliştirmeye onları yönlendiririz.
Yılda 3-5- sınav yapalım diye bir kısıtlama yok devamlı yapalım sonuç değerlendirme yapacağımıza süreç değerlendirme yaparak öğrencilere yüksek notlar almaya değil tam tersine daha fazla bilgi öğrenmeye yeni konular araştırmaya onları iteriz.
Öyle çıkıp şu kadar üniversite açtık, eğitime şu miktarda bütçe ayırdık demekle olmuyor, bina yaparak eğitim sistemi düzelmez.
Ne zaman ki şu kadar sanat etkinliğine götürdük, çocuklarımıza şu kadar kitabı hediye edip okumalarını sağladık, bakınız şu şehirlere geziler düzenledik hatta şu sayıda laboratuvarı havaya uçurduk buralara yatırım yaptık dediğimiz, diyebildiğimiz zaman bu sistem düzelmiş olur.
Burada herkese iş düşüyor, çünkü eğitim dört duvar arasında verilen öğretim demek değildir. Doğumdan başlayıp ölüme kadar, süregelen süreçtir. Ne okulda, ne evde, ne işte başlamaz ya da sona ermez.
Rabbim ol dediğinde başladı ve yine Rabbim öl dediği ana kadar devam edecektir.
Her bireyin gayesi ise bu amaca ulaşabilmek için en doğrusu olduğunu düşündüğümüz "Allah rızasının kazanarak, Türklüğü yüceltmektir."her birimiz bunu düşünerek bu amaç için yaşamayı en içten, en masum, en samimi dilekler ile gururla ve şerefle taşıyarak başlamalıyız.
Bu ilk basamak olmazsa olmazımızdır. Çünkü; bu basamak halledilmez ise yine olduğumuz yerde sayarız. Tabi bu söylemim bir kesimin işine gelmeyeceği içine hoşuna da gitmeyecektir. Ancak her devlet gücü ne olursa olsun dünyayı tek başına yönetebilmek için çalışır iken biz neden istemeyelim.
Cümlenin içine Türk ismini katınca nedense herkes bir ağızdan "Faşist, Irkçı" diyerek haykırıyor. Bunlara şunu söylerim bakalım gidin ve Londra sokaklarında "Ben İngilizleri Sevmem" deyin size ne yaparlar görürsünüz, ya da Fransa sokaklarında Almanca, Türkçe konuşun yüzünüze nasıl bakarlar bir dikkat edin, Almanların nasıl bir ırkçı olduğunu burada açmıyorum bile çünkü bunun için başlı başına bir kitap yazmak zorunda kalırız.
Amerika yıllarca hayali olan tek millet, tek dil, tek dünya hayali ile girdiği her yerde adım attığı her noktada nasıl kan döküyor görmekteyiz.
İkinci olarak yapılması gereken iş ise bize özgü bir öğretim süreci inşa edebilmektir. Bunun için sadece eğitim alanındaki uzmanlar değil sosyologlar, antropologlar ve daha birçok farklı alanda ki uzman ile işbirliği yapması gerekmektedir.
Yapılması gereken bu ülkenin yapısına, insanın özellikleri iyi analiz edilmelidir. Biz sabretmeyi seven bir millet değiliz, kanımız deli akar bizim. Hiçbir güç çocuklarımızı günde 10 saat okul sıralarında tutamaz ya dersten kaçarız, ya arka sıralarda uyuruz ya da o dersi dinliyormuş gibi yaparız bu yüzden ders saatleri azaltılmalı aynı zamanda ders adetleri de azaltılmalıdır.
Bunun yanı sıra dersler hakkı verilerek doğru metodlar ile işlenmelidir.
Adam tarih dersi işliyor, şöyle olmuş böyle olmuş diyor, bunun kime ne faydası var soracaksın çocuklara neden, niçin, niye diyerek bu sayede tarihi ezberleyen değil tüm ayrıntıları ile bilen ve büyük bir zevk ile bu alanda çalışma yürütecek bireyler yetiştirebiliriz.
Bunları diğer derslere de aksetirmemiz gerekmektedir. Türkçe dersinde dilinin yapısı konuşturularak öğretilmelidir. Dilimiz şu aileden geliyor, yüklem şu şekilde bulunur diyerek öğrenciyi soğutursunuz.
Öğretmen fen bilgisi(kimya, fizik, biyoloji dahildir) dersi işliyor, anlatıyor da anlatıyor. Böyle olursa tabi uzaya çıkamaz, bir derde derman olamayız neden çünkü fen bilimleri bir devletin gelişmesi için gerekli eğitimlerdir.
Fizik ve Kimya dersinde laboratuvar'a hiç girmemiş gençler, biyoloji dersinde yok efendim sinir sistemi, boşaltım sistemi, kas ve iskelet sistemi vb. gereksiz bilgi yığınları altında ezen zavallı eğitimciler var iken olacağı bu zaten..
Çocuklara kitap okutmalıyız bizzat kitap okuma saatleri planlanmalı öyle bir saat falan değil günde 4-5 saat okutmalıyız çocuklarımıza, onlara kitabı, şiiri sevdirmeliyiz.
Her gün öğretmen kontrolünde bu çocuklar sanat etkinliklerine götürülmeli öyle masa başında 10 saat oturtularak olmaz. Bu çocuklar genç, dinamik, heyecanlı aktif olmalı, neşe dolu olmalı oradan oraya devamlı gitmeli derslerimiz bu şekilde olmalıdır.
Üçüncü olarak ise ölçme ve değerlendirme şeklimiz bütünüyle yanlış zaman kaybı, insan kaybıdır. Her dönem yapılan sınavların şekli ve sorular soruların biçimi bu şekilde olduğu müddetçe çocuk bilginin gücüne değil notun büyüklüğüne tapar. Daha sonra fazla not alacağım diyerek kopya çeker ahlaken bozulur, ezbere alışır.
Hayvandan bir farkı kalmaz geri de hiçbir şey bırakmadan toprak olup gider ama biz sınavlarda "Türkiye'nin başkenti neresidir?" diye sorup ezber yeteneğine not vereceğimize "Türkiye'nin başkenti neden Ankara'dır?" diye sorarak düşünmeye, öğrenmeye ve kendisini geliştirmeye onları yönlendiririz.
Yılda 3-5- sınav yapalım diye bir kısıtlama yok devamlı yapalım sonuç değerlendirme yapacağımıza süreç değerlendirme yaparak öğrencilere yüksek notlar almaya değil tam tersine daha fazla bilgi öğrenmeye yeni konular araştırmaya onları iteriz.
Öyle çıkıp şu kadar üniversite açtık, eğitime şu miktarda bütçe ayırdık demekle olmuyor, bina yaparak eğitim sistemi düzelmez.
Ne zaman ki şu kadar sanat etkinliğine götürdük, çocuklarımıza şu kadar kitabı hediye edip okumalarını sağladık, bakınız şu şehirlere geziler düzenledik hatta şu sayıda laboratuvarı havaya uçurduk buralara yatırım yaptık dediğimiz, diyebildiğimiz zaman bu sistem düzelmiş olur.
Burada herkese iş düşüyor, çünkü eğitim dört duvar arasında verilen öğretim demek değildir. Doğumdan başlayıp ölüme kadar, süregelen süreçtir. Ne okulda, ne evde, ne işte başlamaz ya da sona ermez.
Rabbim ol dediğinde başladı ve yine Rabbim öl dediği ana kadar devam edecektir.
Türk Eğitim Sistemi Neden Bozuk?
Hepimizin bildiği ve gördüğü gibi eğitim sistemimiz son derece bozuk yapılan araştırmalar ile dünyanın geri kalanından ne kadar geri de olduğumuz kanıtlanıyor. Ayrıca istenilen somut başarılara bir türlü ulaşamıyor olmamız bize bunu gösteriyor.
Peki nasıl bu hale geldik? İlk önce Atatürk döneminde yapılan eğitim alanındaki ıslahatların onun vefatı sonrası devletin başına geçenler tarafından bırakılması ile başlamıştır diyebiliriz.
Marshall planı ile Türk Eğitim Sistemi dördü Türkiye tarafından belirlenen komisyon üyesi, üçü ABD tarafından belirlenen komisyon üyesi ve son olarak ABD büyükelçisinden oluşan ve eşitlik durumunda ABD büyükelçisinin oyu iki kişilik sayılarak Türk Eğitiminin geleceğine karar veriliyordu.
Bunların en önemli örneği okullarda bedava diye verilen süt tozları oldu bunun yüzünden bir nesil boş yere heba edildi. Sağlık açısından ortaya çıkan hiç karşılaşılmayan salgın hastalıklar, kemik rahatsızlıkları amacın apaçık ne olduğunu bizlere gösterdi.
Köylerde devleti temsil eden imam ve muhtarın köyün kalkınmasına önderlik edebilecek durumda olmaması daha doğrusu eğitim düzeyinde olmaması buralara öğretmenlerin gönderilmesi ihtiyacını doğurdu. Evet, tabi ki buralara öğretmen gönderiliyordu ama burada ki öğretmenler durmuyor, birkaç hafta ay sonra kaçıyordu. Bunu bir korkaklık, göreve ihanet olarak ele alabilirsiniz ama Nurettin Topçu Türkiye'nin Maarif Davası isimli kitabında örnek verdiği gibi eğer öğretmen köyde kendini geliştiremeyeceğini düşündüğü için köyden gidiyor ise burada onu suçlayamayız.
İşte tam olarak bu yüzden köye köyden yetişen öğretmenler atansın diyerek Köy Enstitüleri kurulmuş ilk meyveleri çok iyi bir şekilde toplanmış, Avrupa'da bile çok akıllıca bir iş denilerek övgü toplamış sistem, okullarda komünizm propagandası yapılıyor bahanesi ile kapatılmış ardından köylü cahil kalarak toplumun diğer bölümünden kopartılmış, şehirlerde yaşayan kişiler de köyden kopartılmış aralarında bir uçurum oluşturulmuştur. Sosyete denilen ülkenin ilim insanları, alimleri artık köy ile arasındaki bağlantıyı da kaybetmiş oldu.
En büyük gelir kaynağı Tarım ve Hayvancılık olan ülkede bu elbette büyük bir sıkıntı doğurdu sizlerin de tahmin edebileceği bir şekilde.
Türk Eğitim sistemi diyoruz bu birçok alanda etkileşim içerisinde olan zincirleme bir süreçtir. Zincirin bazı halkaları koptuğunda sistem hata verir, beklenilen görevlerini yerine getiremez duruma düşer.
Nitekim bize olan tam olarak bu, yapılan hatalar çıkarcı, kendinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen vasıfsız insan öbekleri oluşturdu ve bunlar devletin üst konumlarına kadar yükseldiler ardından koca bir ülkeyi hem geliştirip hem arkalarından gelecek birilerini eğitmeleri istendi.
Görünen köy kılavuz istemez sonuçta kendi dahi bilmeyen bu insan öbeği ne bu ülkeyi geliştirebildi, ne de geliştirebilecek nitelik, bilgi ve ahlak seviyesinde insanlar bırakabildi.
Geldiğimiz son dönemlerde ise tamamıyla kendini kandıran bir yapı halini aldı öğrenciye tarihi öğretmeyip ezberlettik, Edebiyatın o aşkını onlara aktarmak yerine "şu yazar şunu şu zamanda şu yüzden yazmıştır." dedik hatta matematiği bile ezberlettik biz çocuklarımıza, neoemperyalist sistem yüzünden ise hem dilimizi kaybedip konuşamayacak, bu dilde yazılanları anlayamayacak hale geldik.
Batı kültürünü çağdaşlık sanarak aldık ve şehitlerimizin kanlarıyla sulanmış topraklarda marifetmiş gibi gezen zibidiler yetiştirdik.
Daha da fecisi bir gayemiz, amacımız, ülkümüz yok. Bir iş yapıyoruz neden yaptık bilmiyoruz, nasıl yapıyoruz bilmiyoruz. Çünkü; kendimize özgü bir felsefemiz yok, o olmayınca bir eğitim felsefemiz de bulunmuyor haliyle bu yüzden artık müfredat, öğretmen kalitesi, okul kalitesi, binalarımız, ders anlatım noktasında ki başarılar da bir sonuç vermiyor.
Yetiştirdiğimiz üç-beş eğitimli gencimiz ise çaresizlikten yurt dışına gidiyor ya da kalıp mücadele edip tam tam iyi bir iş çıkaracak iken bir anda ölüveriyor.
Peki o kadar dert yandık nasıl düzelteceğiz bu eğitim sistemini?
Ben kendimce yorumumu yapacağım aklım yettiği kadar düşüncelerimi sizlere aktaracağım doğru veya yanlış olmasını hiç umursamayacağım, sem kimsin kardeşim, bilgin ne diyene ise kulağımı tıkayacağım. Çünkü; artık hep birlikte bir şeyler ortaya atmalıyız.
Eğitim sistemimiz kötü diyerek akşama kadar dert yanıp sonra kahvelerde, cafe köşelerinde boş boş dolaşmak ile de olmaz. Hepimiz ne biliyorsak tüm cesaretimiz ile ortaya dökmeliyiz bu bizim görevimiz daha doğrusu borcumuz aksi takdirde kul hakkı ile gideri öbür dünyaya, o masum çocukların hakkını da çalamayız.
Peki nasıl bu hale geldik? İlk önce Atatürk döneminde yapılan eğitim alanındaki ıslahatların onun vefatı sonrası devletin başına geçenler tarafından bırakılması ile başlamıştır diyebiliriz.
Marshall planı ile Türk Eğitim Sistemi dördü Türkiye tarafından belirlenen komisyon üyesi, üçü ABD tarafından belirlenen komisyon üyesi ve son olarak ABD büyükelçisinden oluşan ve eşitlik durumunda ABD büyükelçisinin oyu iki kişilik sayılarak Türk Eğitiminin geleceğine karar veriliyordu.
Bunların en önemli örneği okullarda bedava diye verilen süt tozları oldu bunun yüzünden bir nesil boş yere heba edildi. Sağlık açısından ortaya çıkan hiç karşılaşılmayan salgın hastalıklar, kemik rahatsızlıkları amacın apaçık ne olduğunu bizlere gösterdi.
Köylerde devleti temsil eden imam ve muhtarın köyün kalkınmasına önderlik edebilecek durumda olmaması daha doğrusu eğitim düzeyinde olmaması buralara öğretmenlerin gönderilmesi ihtiyacını doğurdu. Evet, tabi ki buralara öğretmen gönderiliyordu ama burada ki öğretmenler durmuyor, birkaç hafta ay sonra kaçıyordu. Bunu bir korkaklık, göreve ihanet olarak ele alabilirsiniz ama Nurettin Topçu Türkiye'nin Maarif Davası isimli kitabında örnek verdiği gibi eğer öğretmen köyde kendini geliştiremeyeceğini düşündüğü için köyden gidiyor ise burada onu suçlayamayız.
İşte tam olarak bu yüzden köye köyden yetişen öğretmenler atansın diyerek Köy Enstitüleri kurulmuş ilk meyveleri çok iyi bir şekilde toplanmış, Avrupa'da bile çok akıllıca bir iş denilerek övgü toplamış sistem, okullarda komünizm propagandası yapılıyor bahanesi ile kapatılmış ardından köylü cahil kalarak toplumun diğer bölümünden kopartılmış, şehirlerde yaşayan kişiler de köyden kopartılmış aralarında bir uçurum oluşturulmuştur. Sosyete denilen ülkenin ilim insanları, alimleri artık köy ile arasındaki bağlantıyı da kaybetmiş oldu.
En büyük gelir kaynağı Tarım ve Hayvancılık olan ülkede bu elbette büyük bir sıkıntı doğurdu sizlerin de tahmin edebileceği bir şekilde.
Türk Eğitim sistemi diyoruz bu birçok alanda etkileşim içerisinde olan zincirleme bir süreçtir. Zincirin bazı halkaları koptuğunda sistem hata verir, beklenilen görevlerini yerine getiremez duruma düşer.
Nitekim bize olan tam olarak bu, yapılan hatalar çıkarcı, kendinden başka hiçbir şeyi düşünmeyen vasıfsız insan öbekleri oluşturdu ve bunlar devletin üst konumlarına kadar yükseldiler ardından koca bir ülkeyi hem geliştirip hem arkalarından gelecek birilerini eğitmeleri istendi.
Görünen köy kılavuz istemez sonuçta kendi dahi bilmeyen bu insan öbeği ne bu ülkeyi geliştirebildi, ne de geliştirebilecek nitelik, bilgi ve ahlak seviyesinde insanlar bırakabildi.
Geldiğimiz son dönemlerde ise tamamıyla kendini kandıran bir yapı halini aldı öğrenciye tarihi öğretmeyip ezberlettik, Edebiyatın o aşkını onlara aktarmak yerine "şu yazar şunu şu zamanda şu yüzden yazmıştır." dedik hatta matematiği bile ezberlettik biz çocuklarımıza, neoemperyalist sistem yüzünden ise hem dilimizi kaybedip konuşamayacak, bu dilde yazılanları anlayamayacak hale geldik.
Batı kültürünü çağdaşlık sanarak aldık ve şehitlerimizin kanlarıyla sulanmış topraklarda marifetmiş gibi gezen zibidiler yetiştirdik.
Daha da fecisi bir gayemiz, amacımız, ülkümüz yok. Bir iş yapıyoruz neden yaptık bilmiyoruz, nasıl yapıyoruz bilmiyoruz. Çünkü; kendimize özgü bir felsefemiz yok, o olmayınca bir eğitim felsefemiz de bulunmuyor haliyle bu yüzden artık müfredat, öğretmen kalitesi, okul kalitesi, binalarımız, ders anlatım noktasında ki başarılar da bir sonuç vermiyor.
Yetiştirdiğimiz üç-beş eğitimli gencimiz ise çaresizlikten yurt dışına gidiyor ya da kalıp mücadele edip tam tam iyi bir iş çıkaracak iken bir anda ölüveriyor.
Peki o kadar dert yandık nasıl düzelteceğiz bu eğitim sistemini?
Ben kendimce yorumumu yapacağım aklım yettiği kadar düşüncelerimi sizlere aktaracağım doğru veya yanlış olmasını hiç umursamayacağım, sem kimsin kardeşim, bilgin ne diyene ise kulağımı tıkayacağım. Çünkü; artık hep birlikte bir şeyler ortaya atmalıyız.
Eğitim sistemimiz kötü diyerek akşama kadar dert yanıp sonra kahvelerde, cafe köşelerinde boş boş dolaşmak ile de olmaz. Hepimiz ne biliyorsak tüm cesaretimiz ile ortaya dökmeliyiz bu bizim görevimiz daha doğrusu borcumuz aksi takdirde kul hakkı ile gideri öbür dünyaya, o masum çocukların hakkını da çalamayız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)